“Türk asıllı olduğumu öğrenince şaşırdım”
İstanbul Film Festivali yarın son buluyor. Chanel’in yüzü olarak tanıdığımız Fransız aktrist Anna Mouglalis festival kapsamında Kıskanç’lık filmi ile İstanbul’daydı. Ünlü oyuncu sıcak kanlı ve bir o kadar sempatik... Çünkü Anna genlerini Muğla’dan Fransa’ya göç eden Türk büyük babasından alıyor.
Kıskançlık seyircide hangi duyguları açığa çıkartıyor?
Filmde kıskançlığın öldürücü olduğunu görüyoruz, yani tam bir çılgınlık. Benim filmde beğendiğim şey, bu hepimizin tanıdığı bir his. Ayrıca yaşayabileceğimiz basit bir hikaye anlatıyor. Değer yargısı da yok, yani bu iyidir kötüdür diye. Kızının annesini, sevdiği kadın için terk eden ardından da terkedilen bir adamı görüyoruz. Ama “Bu adam kötü işte karısını terk ediyor” demiyoruz. Sadece özgürlüklerini yaşayan sanatçılar var ki filmde buna da vurgu var.
Film Fransa’daki bohemlerin aşk hayatlarını gözler önüne seriyor. Dünyanın en romantik şehri Paris’te de aşk değişti mi?
Günümüzde bayağı tüketim aşk. Evet biz de çekime hazırlanırken bu tür şeylerden bahsettik. Mesela yönetmen Philippe Garrel ailesinin hikayesini anlatıyor, özellikle babasının. Filmde kendini küçük kız olarak yansıtıyor ve kendisi çok boşanılmayan bir dönemde boşanmış bir ailenin çocuğu. En çok bu değişti herhalde. Günümüzde boşanmak daha kolay. Bazıları dünyanın değişmesinden ötürü insanların birbirlerini daha az sevdikleri, sevginin daha çabuk tükendiğini söylüyor. Ama evliliğin öyle aşkla sevgiyle pek alakası yok. Evlilik bir anlaşma, kontrat çok nadir durumlarda aşk hikayesi. Artık insanlar illa aşk ve tutku arıyor, sanırım hâlâ Noel Baba’ya inanıyor.
Kıskançlık seyircide hangi duyguları açığa çıkartıyor?
Filmde kıskançlığın öldürücü olduğunu görüyoruz, yani tam bir çılgınlık. Benim filmde beğendiğim şey, bu hepimizin tanıdığı bir his. Ayrıca yaşayabileceğimiz basit bir hikaye anlatıyor. Değer yargısı da yok, yani bu iyidir kötüdür diye. Kızının annesini, sevdiği kadın için terk eden ardından da terkedilen bir adamı görüyoruz. Ama “Bu adam kötü işte karısını terk ediyor” demiyoruz. Sadece özgürlüklerini yaşayan sanatçılar var ki filmde buna da vurgu var.
Film Fransa’daki bohemlerin aşk hayatlarını gözler önüne seriyor. Dünyanın en romantik şehri Paris’te de aşk değişti mi?
Günümüzde bayağı tüketim aşk. Evet biz de çekime hazırlanırken bu tür şeylerden bahsettik. Mesela yönetmen Philippe Garrel ailesinin hikayesini anlatıyor, özellikle babasının. Filmde kendini küçük kız olarak yansıtıyor ve kendisi çok boşanılmayan bir dönemde boşanmış bir ailenin çocuğu. En çok bu değişti herhalde. Günümüzde boşanmak daha kolay. Bazıları dünyanın değişmesinden ötürü insanların birbirlerini daha az sevdikleri, sevginin daha çabuk tükendiğini söylüyor. Ama evliliğin öyle aşkla sevgiyle pek alakası yok. Evlilik bir anlaşma, kontrat çok nadir durumlarda aşk hikayesi. Artık insanlar illa aşk ve tutku arıyor, sanırım hâlâ Noel Baba’ya inanıyor.
“İskenderun’daki aşkla ailemin kökleri oluştu”
İstanbul kafanızda canlandırdığınız gibi mi?
Yani çok merak etmekle beraber kafamda özel olarak bir imge canlandırmamıştım. Bu yüzden bir hayal kırıklığı ya da tam tersine aşırı bir şaşırma yaşamadım. Gördüğüm kadarını çok beğendim.
Kökleriniz Muğla’ya dayanıyormuş. Türkiye’ye dair nasıl hikayeler dinlediniz?
Evet, soyadım Muğlalı anlamına geliyor. Bunu öğrendiğimde şaşırdım. Dedem oradan Fransa’ya göç ettiği için. Aile hikayeleri hep duyulur, ben de duydum. Büyük büyük babam Meis’tenmiş. İskederun’da eşiyle tanışır... “İlk görüşte aşk” der. Muğla’ya geçtiklerinde, “Benim Fransa’da işim var, yoluna koyacağız... Beraber orada mutlu oluruz” diyor ve onu da alıp Fransa’ya gidiyor. Aslında işi de yok, mübadeleden kaçıyor ve çok fakirlik içinde yaşıyor. Meis’e gittim ve harika bir yer. Biraz da ilginç, iskelesi kuzeye bakıyor. Ben kendimi Yunan hissediyorum. Büyük büyük babam 1920’lerde kaçıyor diye biliyorum, ama Wikipedia’ya baksanız 1917 gibi bir şey yazıyor. Zaten internet de kendim hakkında çok acayip bazı şeyler öğreniyorum. Bu aile hikayelerine de bazen internetten bulduğum şeyler ekleniyor. Kendinizle ilgili yeni şeyler öğreniyorsunuz, bazı şeyler de epey yanlış. Sırf bu yüzden garip garip sorular geliyor. Artık onları da kendi gerçekliğime dahil ettim.
Bildiğin Türk yemeği var mı?
Ailede Türk yemeği sadece köfte biliniyor o kadar.
“Burada yakışıklı adamlar gördüm”
Türk sineması izlediniz mi hiç?
Evet. Fatih Akın’ın filmlerine bayılıyorum. Crossing The Bridge’i çok sevdim. Eski ve çok iyi oryantal filmlerinizi de gördüm.
İstanbul sokaklarına çıktığınız zaman buradaki kadınlar ve erkekleri nasıl buldunuz?
Türkler şöyledir gibi bir yargıda bulunamam. Ama havaalanında indiğimde çok yakışıklı adamlar gördüm. Bu belki benim ruh halimle ilgilidir ya da ışıkla. Herhalde güzeller ama bence bir önemi de yok. Bence bir millete böyle yargılar oluşturulamaz. Zaten çok kültürel bir şey. Öte yandan mesela kültürüne esir olmadan dünyayı algılayabilen insanlar da hoşuma gidiyor.
“Senaryoda entelektüelliğe önem veriyorum”
Festivallerin gücüne inanıyor musunuz?
Bazı filmler, festivaller olmasa var olmazdı, duyulabilen sesler oluyorlar. Edebiyatla karşılaştırırsak “gar kitapları” (Tren ve metroda satılan kitaplar) vardır. Herkesin okuduğu ve en çok konuştuğu... Halbuki festivaller başka edebiyat gibi başka bir kültür formu sunuyor. Fransa’da mesela festivaller dışında Türk filmleri görmek çok zor. Festivaller sayesinde dağıtımcı bile bulabiliyor bu filmler.
Bir filmde size neler ilham verir?
Bana ilham veren güzellik, ama aynı zamanda korkunç olanda. Yani insanlık tam olarak. Sanırım entelektüeliteye önem veriyorum. Filmlerimi seçerken, yeni dünyalar, evrenler keşfetmeyi seviyorum. Mesela Philippe Garrel’le gibi ya da Chabrol... Bazı filmler vardır daha yönetmenle tanışmadan sizi içine çeker. Ama bir yönetmenin işlerini seviyorsunuz diye onla aynı dili konuşuyorsunuz demek değil. Benim için hep bu yüzden yönetmenle tanışmak çok önemli. Genelde tercihlerimi senaryo üzerinden yapıyorum. İlk filmde de oynarım, kısa metrajda da... Ucundan bana dokunsun çünkü ne kadar da kurmaca olsa da belleğimizi yaratıyor. Enteresan projeler seviyorum. Riskli, bilmiyorsun başarılı olacak mı... Zaten sorun da bu değil. Sinema bir evren.
Chanel kadını özgür ve akıllıdır
Karl Lagerfeld sizin için ‘Tam bir Chanel kadını’ diyor. Chanel kadını genleri nasıl oluşur?
Chanel kadını benim için özgürlüğü ifade ediyor. Yani düşünsenize kadınların kıyafetlerinden dolayı hareket edemediği bir dönemde “Banane bundan” diyor. Çok aktif olduğu için de tamam da kendi yaşantısına uygun kıyafetler tasarlıyor. Ve kadına bir özgürlük vermiş. Düşünsene 1’inci Dünya Savaşı döneminde gidiyor kıyafetler tasarlıyor dikiyor, jersey kumaşını resmen modaya sokuyor. Önceleri erkeklerin iç çamaşırları için kullanılan bu kumaşı alıyor kadın kıyafetine dönüştürüyor. Evet, Chanel kadını şıktır ama sadedir, akıllıdır. Chanel Fransa’dır işte...
Chanel filmi sizin için heyecan verici miydi?
Karl insana da çok şey katan biri. Benimle bir manken olarak değil oyuncu olarak anlaştı. İnsanlar genellikle modellikten oyunculuğa geçtim sanıyor. Ama aslen çok kısa süre modellik yaptım. Berbat bir işti, benim anlamadığım bir şey. Beceremediğimi ve sakil durduğumu hissediyordum. İnsanların bunu fark edeceğinden korkuyordum. Fotoğraf çektiremiyorum. Ama Karl modelliğimi çok beğendi.
İstanbul kafanızda canlandırdığınız gibi mi?
Yani çok merak etmekle beraber kafamda özel olarak bir imge canlandırmamıştım. Bu yüzden bir hayal kırıklığı ya da tam tersine aşırı bir şaşırma yaşamadım. Gördüğüm kadarını çok beğendim.
Kökleriniz Muğla’ya dayanıyormuş. Türkiye’ye dair nasıl hikayeler dinlediniz?
Evet, soyadım Muğlalı anlamına geliyor. Bunu öğrendiğimde şaşırdım. Dedem oradan Fransa’ya göç ettiği için. Aile hikayeleri hep duyulur, ben de duydum. Büyük büyük babam Meis’tenmiş. İskederun’da eşiyle tanışır... “İlk görüşte aşk” der. Muğla’ya geçtiklerinde, “Benim Fransa’da işim var, yoluna koyacağız... Beraber orada mutlu oluruz” diyor ve onu da alıp Fransa’ya gidiyor. Aslında işi de yok, mübadeleden kaçıyor ve çok fakirlik içinde yaşıyor. Meis’e gittim ve harika bir yer. Biraz da ilginç, iskelesi kuzeye bakıyor. Ben kendimi Yunan hissediyorum. Büyük büyük babam 1920’lerde kaçıyor diye biliyorum, ama Wikipedia’ya baksanız 1917 gibi bir şey yazıyor. Zaten internet de kendim hakkında çok acayip bazı şeyler öğreniyorum. Bu aile hikayelerine de bazen internetten bulduğum şeyler ekleniyor. Kendinizle ilgili yeni şeyler öğreniyorsunuz, bazı şeyler de epey yanlış. Sırf bu yüzden garip garip sorular geliyor. Artık onları da kendi gerçekliğime dahil ettim.
Bildiğin Türk yemeği var mı?
Ailede Türk yemeği sadece köfte biliniyor o kadar.
“Burada yakışıklı adamlar gördüm”
Türk sineması izlediniz mi hiç?
Evet. Fatih Akın’ın filmlerine bayılıyorum. Crossing The Bridge’i çok sevdim. Eski ve çok iyi oryantal filmlerinizi de gördüm.
İstanbul sokaklarına çıktığınız zaman buradaki kadınlar ve erkekleri nasıl buldunuz?
Türkler şöyledir gibi bir yargıda bulunamam. Ama havaalanında indiğimde çok yakışıklı adamlar gördüm. Bu belki benim ruh halimle ilgilidir ya da ışıkla. Herhalde güzeller ama bence bir önemi de yok. Bence bir millete böyle yargılar oluşturulamaz. Zaten çok kültürel bir şey. Öte yandan mesela kültürüne esir olmadan dünyayı algılayabilen insanlar da hoşuma gidiyor.
“Senaryoda entelektüelliğe önem veriyorum”
Festivallerin gücüne inanıyor musunuz?
Bazı filmler, festivaller olmasa var olmazdı, duyulabilen sesler oluyorlar. Edebiyatla karşılaştırırsak “gar kitapları” (Tren ve metroda satılan kitaplar) vardır. Herkesin okuduğu ve en çok konuştuğu... Halbuki festivaller başka edebiyat gibi başka bir kültür formu sunuyor. Fransa’da mesela festivaller dışında Türk filmleri görmek çok zor. Festivaller sayesinde dağıtımcı bile bulabiliyor bu filmler.
Bir filmde size neler ilham verir?
Bana ilham veren güzellik, ama aynı zamanda korkunç olanda. Yani insanlık tam olarak. Sanırım entelektüeliteye önem veriyorum. Filmlerimi seçerken, yeni dünyalar, evrenler keşfetmeyi seviyorum. Mesela Philippe Garrel’le gibi ya da Chabrol... Bazı filmler vardır daha yönetmenle tanışmadan sizi içine çeker. Ama bir yönetmenin işlerini seviyorsunuz diye onla aynı dili konuşuyorsunuz demek değil. Benim için hep bu yüzden yönetmenle tanışmak çok önemli. Genelde tercihlerimi senaryo üzerinden yapıyorum. İlk filmde de oynarım, kısa metrajda da... Ucundan bana dokunsun çünkü ne kadar da kurmaca olsa da belleğimizi yaratıyor. Enteresan projeler seviyorum. Riskli, bilmiyorsun başarılı olacak mı... Zaten sorun da bu değil. Sinema bir evren.
Chanel kadını özgür ve akıllıdır
Karl Lagerfeld sizin için ‘Tam bir Chanel kadını’ diyor. Chanel kadını genleri nasıl oluşur?
Chanel kadını benim için özgürlüğü ifade ediyor. Yani düşünsenize kadınların kıyafetlerinden dolayı hareket edemediği bir dönemde “Banane bundan” diyor. Çok aktif olduğu için de tamam da kendi yaşantısına uygun kıyafetler tasarlıyor. Ve kadına bir özgürlük vermiş. Düşünsene 1’inci Dünya Savaşı döneminde gidiyor kıyafetler tasarlıyor dikiyor, jersey kumaşını resmen modaya sokuyor. Önceleri erkeklerin iç çamaşırları için kullanılan bu kumaşı alıyor kadın kıyafetine dönüştürüyor. Evet, Chanel kadını şıktır ama sadedir, akıllıdır. Chanel Fransa’dır işte...
Chanel filmi sizin için heyecan verici miydi?
Karl insana da çok şey katan biri. Benimle bir manken olarak değil oyuncu olarak anlaştı. İnsanlar genellikle modellikten oyunculuğa geçtim sanıyor. Ama aslen çok kısa süre modellik yaptım. Berbat bir işti, benim anlamadığım bir şey. Beceremediğimi ve sakil durduğumu hissediyordum. İnsanların bunu fark edeceğinden korkuyordum. Fotoğraf çektiremiyorum. Ama Karl modelliğimi çok beğendi.
Eda Solmaz
Fotoğraf Barış Acarlı
Kaynak http://bizimkahve.gazetevatan.com/
İlginç bulduğum bu güzel söyleşiyi paylaşmak istedim.Neresi ilginç geldi derseniz Türk olması diyeceğim.
Güngeçerkenizle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder